Diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de çok fazla aksiyon yaşadığımız, icraat ve söylem bombardımanına maruz kaldığımız için birkaç yıl önce yaşananları bile hatırlamak kolay olmuyor.
Türkiye Ekonomi Modeli adı verilen uygulamaların “Enflasyon sorununu düşük faizle yok edeceğiz; Türk lirasındaki değer kaybı zaten bizim istediğimiz bir şey, böylece ithalat cenneti olmaktan çıkacağız; yüksek faize gelen sıcak parayı istemiyoruz” gibi sözlerle lanse edildiği günlerin üzerinden sadece 2,5 yıl geçti.
Ama şimdi 2021 yılından 2023’ün ortasına kadar uygulanan ekonomi politikalarının doğru olduğunu savunan pek kimse kalmadı.
O politikaların uygulayıcıları ve destekçileri bu konuda ya sessizliğe bürünmüş ya da bu kez de eskiye göre 180 derecelik bir dönüşe karşılık gelen mevcut politikaların geçerliliğine inanmış durumda.
Geriye dönüp baktığımızda, 2021-23 dönemindeki kimilerine göre heterodoks, kimilerine göreyse deneysel veya maceracı politikaların, kısmen zayıf iktisat bilgisine dayandığını görüyoruz. Ayrıca bu politikaların önemli ölçüde yaklaşmakta olan kritik seçimleri kazandıracak bir araç olarak kullanıldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nitekim, tam da genel seçim döneminde tüketici güveninin zirve yapması başarılmış ve bu da seçim zaferine katkı yapan bir faktör olmuştu.
Düşük faizli kredilerin mevcudiyetinin yanı sıra, yüksek oranlı maaş zamları, petrol ve doğalgaz müjdeleri ve yerli otomobil, milli uçak gemisi gibi gurur verici haberler halkın algı ve beklentilerini üst düzeye çıkarmıştı.
Belki de bu kadarına izin verilmişti
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, Mehmet Şimşek'in Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine gelmesi ve Merkez Bankası yönetiminin de değişmesiyle birlikte, sürdürülebilir olmayan ultra-düşük faiz politikası yerini daha konvansiyonel ekonomi politikalarına bıraktı.