Suriye’de Esad rejiminin çöküşüyle birlikte yine “Tarihi günler yaşanıyor”, “Tarihe tanıklık ediliyor” cümleleri sarf edilmeye başlandı ki gerçekten de öyle, elbet tarih kitapları bugünleri yazacak.
Ama bizim kuşak, ki bundan 2000’li yıllarda doğanları kast ediyorum, o kadar çok tarihi güne tanıklık etti ki, “tarih” kavramı hayatımıza neredeyse sıradan bir gerçeklik olarak işledi.
Peki, hayatlarımızın en hareketli döneminde hem Türkiye’de hem de dünyada büyük dönüşümlere tanıklık eden biz Z kuşağı için bu “tarihi günler” ne ifade ediyor?
Lenin’in “Hiçbir şeyin gerçekleşmediği onyıllar vardır ve onyılların gerçekleştiği haftalar vardır.” sözü Z kuşağının büyürken tanıklık ettiği dünyayı çok iyi anlatıyor. Çünkü bizim nesil için ne onyıllar sakin geçti ne de haftalar sıradan kaldı.
Kriz ortamına doğmak
Z kuşağının içine doğduğu 2000’lerin başında, Türkiye’nin hayallerini Avrupa Birliği’ne tam üyelik umudu süslüyordu. Bu uğurda çıkılan demokratikleşme yolculuğu, yıllar içinde yerini derin bir sosyal polarizasyona bıraktı. Z nesli serpildi, büyüdü; ancak bizimle birlikte büyüyen sert siyasi atmosferin gelişimi, yaşıtlarına göre çok daha ilerideydi.
2001 ekonomik krizi… Kişisel hayatlarımızdaki ilk önemli gelişme. Biz ne kadar hatırlamasak da anne-babalarımızın bir yandan doğumlarımıza sevinirken diğer yandan “ne olacak bu çocuğun hali” diye düşünmemiş olması imkansıza yakın.
E bebekler, etrafta olup biten her şeyi hisseder derler. Bize de onca diş çıkarma, gaz sancısı ve dünyaya adapte olma derdinin içinde bir de ekonomik kriz travması düşmüş belli ki.
Tam ilk adımlarımızı atar ilk kelimelerimizi söylerken, içine doğduğumuz ülkede önemli bir değişim daha oldu.
AK Parti iktidara geldi, geliş o geliş… “Hadi biz neyse de bu çocuklar başka iktidar görmedi ki…” cümlesindeki bu çocuklar, biziz işte.
Avrupa Birliği rüyası görmek
2005’te Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin başlamasını da, o dönemde yapılan reformları da pek hatırlamıyoruz ama ne demiştik az önce? Birer bebek ya da çocuk olarak, biz her şeyi hissettik aslında.
Batı’yla bütünleşme hayalleri içinde yapılan reformlarla gelen umutlu havayı da kokladık ve hatta anne-babamızın “ileride belki çocuk da Avrupa’ya gider, fena mı” demelerini bizzat kulağımızla duyduk.